Sanatçıyla Söyleşi – Javier Zabala

Javier Zabala’nın çalışmaları, farklı unsurların birleşimi ve çocuk kitaplarına uyguladığı dışavurumculuk ile karakterize ediliyor. Hiçbir eseri bizi kayıtsız bırakmıyor; avangart ve resimsel diliyle metni zenginleştiren unsurların sürekli keşfedilmesine olanak sağlıyor. Sanatçının resimlediği kitapların her biri farklıdır; asla aynı kalıpları tekrarlamaz fakat yine de onları birbirine bağlayan bir şey her zaman vardır.

– Rafa Vivas, Iconi Master’ın Direktörü.

Dünyada projeleri en çok ilgi çeken illüstratörlerden biri olan Javier Zabala ile İstanbul’da düzenleyeceği atölye ve sergi öncesi çağdaş illüstrasyona bakış açısı, düzenlediği uluslararası atölyeler ve projelerinin üretim süreçleri üzerine konuştuk. İyi haftasonları ve keyifli okumalar dileriz!

Merhaba Javier, illüstratör olmaya nasıl karar verdin?

Aslında her zaman illüstratör olmak istediğimi düşünüyorum. En azından, 10 yaşındayken çizmenin benim için kaçınılmaz olduğunu fark ettiğimden beri. Ben bir ressam, heykeltıraş ya da tasarımcı olmak istemedim… Sadece illüstratör olmak istiyordum, üstelik kitapları resimleyebilmek için yayıncı bir illüstratör olmak istiyordum. Çocukken, illüstratörlük mesleği hakkında neredeyse hiç referans ya da görünürlük olmadığını düşündüğümüzde bu durum aslında oldukça tuhaftı.


Size nasıl başladığımı anlatmam uzun sürer ama kısaca özetlemek gerekirse, Oviedo ve Madrid’deki Sanat Okulları’nda eğitim aldım. Beşinci yılımı bitirmeden önce profesyonel olarak çalışmaya başladım. Ardından Madrid’e taşındım, sarı sayfalardan telefon rehberini aldım ve bir ay boyunca yayınevlerini ziyaret ettim. Bir ayın sonunda aynı gün içinde iki kitap siparişi aldım: biri sabah, diğeri öğleden sonra geldi. İkisini de yirmi gün içinde bitirmemi istediler ve iki hafta içinde stres yüzünden 3-4 kilo verdiğimi hatırlıyorum, haha.

Tabii ki, kendini yayıncılara bu şekilde tanıtmak ya da iş aramak bugün artık pek işe yaramıyor. Günümüzde projeler genellikle internet üzerinden yapılıyor, en fazla bir telefon görüşmesi oluyor ve artık yayınevlerine fiziksel ziyaretler yapılmıyor. 80’ler ve 90’larda işler böyle yürüyordu, bunun tek kalıntısı ise kitap fuarları oldu. Neyse ki bu fuarlarda hâlâ birbirimizin yüzünü görebiliyoruz.

Şimdiye kadar sizin için en zorlayıcı projeler hangileri oldu? Yaratıcı sürecinizden kısaca bahsedebilir misiniz?

Her yeni kitabın, kariyerimdeki en önemli kitap olduğuna inanmak istiyorum ve her zaman bu yönde bir çaba gösteriyorum. Kitapların görünürlüğü ya da müşterinin önemi ne olursa olsun, her yeni kitap kariyerimde yeni bir halka ve benim için bu çok önemli.
Tabii ki bazı projeler diğerlerinden daha fazla çaba gerektirdi, ancak bu genellikle projeyi nasıl ele alacağımı bulmakta zorlandığım için oluyor ve bu aşamada çok çalışmam gerekiyor. Genelde, bu tür “daha zor” projeler sonunda size en fazla şey öğreten, işinize yeni bir bakış açısı kazandıran projeler oluyor. Örneğin, Federico García Lorca’nın “Santiago” adlı kitabını hatırlıyorum. Bu kitapta her projede kişisel hayatımdan ve kültürümden bir şeyler katmam gerektiğini anladım. Bu kitaba üç kez başlamak zorunda kaldım. Üçüncü denememde, kitabın çocukluğumun geçtiği Kuzey İspanya’nın manzaralarında geçmesi gerektiğini fark ettim. O noktadan sonra her şey kolaylaştı.

İsviçre’deki efsanevi Bohem Press tarafından yayımlanan “Madrid for Children” kitabı benim için büyük bir zorluktu. Yaşadığım şehri, Madrid’i, bir karakter olarak tasvir etmem gerekiyordu ve içinde yaşadığım için şehre dışarıdan bakmakta zorlanıyordum.
Bir yaz günü öğleden sonraydı, o gün bu projeye duygusal açıdan nasıl yaklaşabileceğimi çözdüm. Bir garsonun bira servisini izliyordum. Adamın yüz ifadesi, bir Madridliyi tanımlayan tüm özellikleri bu garson yansıtıyordu. Açıklaması zor, ama bazen projelerin kilidini açan şeyler bu tür küçük anlar olabiliyor. Vincent van Gogh’un metniyle hazırladığım “The Caged Bird” adlı kitabın üzerinde dört yıl çalıştım. Aynı zamanda oldukça iddialı bir başka proje üzerinde de çalışıyordum: Blaise Cendrars’ın “The Prose of the Trans-Siberian and Little Jeanne of France” adlı muhteşem şiiri.

İlk projede, Van Gogh’un resimsel dünyasıyla kendi dünyam arasında bir bağ kurmayı başaramadım. İkinci projede ise 20. yüzyılın avangart hareketleri bana ilham verdi. Ancak bu iki proje üzerinde aynı anda çalıştığım için, her iki proje de birbirini etkiledi ve grafik olarak birbirinden beslendi. Bir şeyler karıştığında genelde böyle olur.

Tabii ki her projemin arkasında uzun hikayeler var. Hepsi hakkında saatlerce konuşabilirim.

Birçok ülkede atölyeler düzenliyorsunuz. Sizin atölyelerinizde neler bulabiliriz?

Yıllar süren eğitimler ve sayısız atölye çalışması sonunda fark ettim ki, bir illüstrasyon kursunda en önemli şey kendi sesinizi bulmaktır. Bir kursta size gerekli soruları sorabiliriz, ancak bu sorulara cevap vermek size kalmış. Grafiksel sesinizi bulmanız, bu soruları yanıtlayabilmenize bağlıdır. Bu yüzden bu süreci sadece her birey kendisi gerçekleştirebilir. Kendi sesinizi bulmanız şarttır çünkü o sesi bulmadan, başkalarının stiline dayanmayan, gerçekten kişisel bir projeye başlamak imkansızdır.

Atölyelerde üzerinde durduğum ikinci önemli konu ise korkuyu veya stresi yönetmektir. Yaratıcı bir proje üzerinde çalışırken, projenin birçok insan tarafından görülecek olması kaçınılmaz bir baskı yaratır. Bu baskıyı yönetmeyi öğrenmemiz gerekir çünkü o baskı hep var olacaktır. Eminim ki sahneye çıkmadan önce hâlâ heyecanlandığını söyleyen yaşlı tiyatro sanatçılarını duymuşsunuzdur. Baskı, hem hiç kaybolmaz hem de yaratıcılığı besleyen önemli bir unsurdur. Ancak onu iyi yönetemezseniz, sizi tamamen felç edebilir. Önemli olan bu baskıyı yaratıcı bir gerilime dönüştürmeyi öğrenmektir.

Ayrıca çalışma disiplinine yönelik doğru bir bakış açısına sahip olmak da çok önemlidir. Tecrübeli bir sanatçı bazen sonuçtan memnun kalır, bazen kalmaz. Ama memnun kaldığında bile kendini dünyanın en iyi sanatçısı olarak görmez, işler ters gittiğinde de kendini değersiz hissetmez. Birkaç proje yaptıktan sonra, yaratıcı sürecin inişli çıkışlı bir yolculuk olduğunu anlarsınız. Önemli olan, duygusal olarak ortada kalıp çalışmaya devam etmektir. Sadece çalışarak zor zamanları aşabilir, yaratıcı sürecin en düşük noktalarından çıkabilirsiniz. Eğer yaratıcı sürecin nasıl işlediğini bilmiyorsanız, bu işte iyi olmadığınızı düşünebilirsiniz. Ama yaratıcı sürecin kendisine güvenerek çalışmaya devam etmelisiniz, ki bu süreç sizi yukarıya taşıyacaktır… elbette ve her zaman çok çalışarak.

Teknikler ve yöntemler gibi daha teknik konuları da ele alırız çünkü bunlar, grafiksel sesimizin alfabesini oluşturmamıza yardımcı olur. Örneğin plastik sanatlar teknikleri, kompozisyon analizi veya kitaplarda ritim. Ustalarımızın etkilerini incelemek ve bu etkileri nasıl içselleştirip kendi tarzımız haline getirebileceğimizi öğrenmek de önemli konular arasında. Ve sesimizin ne olduğunu fark etmeye başladığımızda bile, dış uyarıcılardan onu nasıl korumamız gerektiğini, aynı zamanda yaratıcı özgürlük alanlarını nasıl sağlayacağımızı da öğreniriz. Bir karakterin gerçek özünü anladığınızda, tamamen kendi sesinizle çalışmaya başlama özgürlüğüne ulaşırsınız. Burada bahsedemediğimiz birçok başka konu da var!

Her kurs, katılımcıların kendisi, onların merakları ve çalışma istekleriyle şekillenir.
Atölyelerimde herkes çok çalışır, haha!

Size ilham veren şeyler nelerdir?

Dikkatli olduğunuzda her şey size ilham verebilir. Sinema, edebiyat, şiir, bir seyahat, bir şehir, insanlar, meslektaşlarınız, sevdiğiniz ya da sevmediğiniz şeyler… Yaşadığınız her şey bir ilham kaynağı olabilir.

İllüstratörlük mesleğinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Bir illüstratörün, diğer görsel sanatçılar gibi, “ressam”, “heykeltıraş”, “gravür sanatçısı” ya da “illüstratör” gibi etiketlere sahip olmaması gerektiğini düşünüyorum. En iyi sanatçılar, yaşamlarının bir döneminde onları ne heyecanlandırdıysa ona yönelmişlerdir. Biz de o an ne hissediyorsak ya da ne yapmak istiyorsak ona odaklanmalıyız. Bu, tüm sanatsal disiplinleri kapsar: gravür, yazı, resim, sahne tasarımı, heykel ve tabii ki illüstrasyon… Kitaplar, basın…

Sanatçıların geleceği, her zaman olduğu gibi, oldukça yoğun olacak. Birçok disiplini bir araya getirerek ya da getirmeyerek, ama her zaman meşgul olarak çalışacağız.

Bir de yapay zeka konusu var tabii…

Değerli sohbetin için teşekkür ederiz.

Javier Zabala kimdir?

Javier Zabala 1962 yılında Leòn, İspanya’da doğdu. Oviedo ve Madrid Sanat Okulu’nda İllüstrasyon ve Grafik Tasarım eğitimi aldı. 80’den fazla kitap resimledi ve bir kısmını da kendisi yazdı. Dünyanın en prestijli yayıncılarından bazılarıyla işbirliği yaptı ve kitapları 18 farklı dile çevrildi. Cervantes, Shakespeare, García Lorca, Rodari, Melville, Čechov, Van Gogh ve çok daha fazlasının eserlerini resimledi.


Halen hem illüstratör hem de profesör olarak çalışmakta olup İspanya, İtalya, Kolombiya, Ekvador, Meksika, İran, Küba, Brezilya, Venezuela, İsrail, Singapur, Hırvatistan, Portekiz, Şili’deki üniversitelerde ve sanat okullarında illüstrasyon kursları ve kongreler düzenlemektedir.


Eserleri dünya çapında birçok kişisel ve karma sergide sergilendi. Aldığı birçok ödül arasında şunlar bulunmaktadır: 2005 Ulusal İllüstrasyon Ödülü ve 2008 Bologna Uluslararası Kitap Fuarı’nda iki mansiyon ödülü. 2012 Andersen Ödülü finalistlerinden biriydi ve Astrid sırasında İspanya’nın adayıydı. Lindgren Anma Ödülü (ALMA). 2015 yılında Bratislava Bienali’nde Altın Elma ile ödüllendirildi ve 2016 yılında Çin’de Times İllüstrasyon Kitabı Ödülü 2016 Altın Madalyasını kazandı.

“Bir illüstratör olarak parlak kariyeri boyunca Javier, García Lorca’nın “Don Kişot”u, “Santiago”su (Bologna Kitap Fuarı’nda Mansiyon Ödülü kazanmıştır) ve Shakespeare’in “Hamlet” adlı eserinin yetişkinler için olan resimli kitabını yorumlamıştır. Ayrıca Melville ve Rodari’nin çeşitli öykülerini de resimlemiştir. Bunlar cesur adımlar ve büyük deneyimlerdir. Sanatçı, yeni zorluklarla yüzleşme zamanı geldiğinde, muhtemelen yine tereddüt etmeyecektir ve bu gerçekten takdir edilmesi gereken bir tutumdur. Çünkü o gelişmeye, araştırmaya ve çalışmaya devam etmek için müthiş bir irade gösteriyor. Benim naçizane görüşüme göre, bu tutumlar bir profesyonelin asla unutmaması gereken güçlü duruşlardır. Javier’in kitaplarının hepsi birbirinden farklıdır fakat yine de eserlerin tümünün duyarlılığında, dünya görüşünde, kendisini grafik dille ifade etmesinde ve dili her okuyucu kitlesine göre uyarlama becerisinde güçlü bir bağ kurulmuştur.” – Cristiana Clerici. Resimli kitaplar uzmanı.