“Bir çocuk için büyüklerin algıladığı dünya önemli değildir. Bir yetişkin gibi detaylara takılması gerekmez ve değişik dünyaları yadırgamaz.”
Javier Zabala
2022’nin Kasım sabahından herkese günaydın! Resimli kitap analizleriyle kitap çizerlerinin bakış açılarına daha yakından bakmaya başlayacağımız bu bölümde, sizleri çağdaş illüstratör ve sanatçı Javier Zabala‘nın sözleri üzerine düşünmeye davet ediyoruz.
Javier Zabala, Alfredo Gómez Cerda‘nın bu derinlikli hikayesini kişisel çizgileriyle daha da etkileyici hale getirerek ona eşlik ediyor. Sanatçı, çocuk kitabı resimlemekle yetişkin kitabı resimlemek arasında büyük bir fark görmüyor. Çocukların farklı dünyaları rahatlıkla kabul edeceğinin farkındalığıyla çiziyor. Kitap boyunca bizleri kendine özgü ve özgür çizgileriyle karşılaştırıyor. Hikayenin naif ve çocuksu dilini yakalamayı başarırken, yazarın diliyle harmoni içerisinde ilerliyor. Görseller hikayeye “övgü” niteliğinde kullanılmış.
Ekin Soytürk Javier’in bakış açısını Miguel üzerinden değerlendirdi. Keyifli okumalar dileriz.
Zabala’ya katılıyor musunuz? Ben katılıyorum. Çocukların yetişkinlerden önemli bir farkı da detaylarda kaybolmayıp, olanı olduğu gibi görmeleri belki de. Peki, olanı olduğu gibi görmek nedir?
Aslında çok basit: Karmaşa yok, sınır yok, engel yok… Yalnızca her şeyi olduğu gibi kabul etmek var. Miguel de böyle. Miguel’in deneyimlerini, Javier’in bu güzel sözünden yola çıkarak analiz etmek ve sizlerle paylaşmak istiyorum.
Maceramızda pek çok farklı durak var.
Çöp bidonunu karıştıran bir adam: Eski püskü giysiler, leş kokulu bir şapkanın altından dökülen uzun saçlar, karman çorman beyaz bir sakal, delik deşik pabuçlar… Her yerde karşımıza çıkacak bir karakter değil. Yanına gidip konuşmayabiliriz de ancak Miguel tam tersini yapıyor. Adamın yanına yaklaşıyor, ona yardım ediyor. Aslında onu anlamaya çalışıyor. Ondan bugüne kadar kimseden duymadığı şeyler bile öğreniyor; şiir kırıntıları… Kitaplar…
Sokakta iki çocuk: Arabaların camlarını temizliyorlar. Çocuk olsalar da para kazanmak zorundalar. Miguel bir gün bu iki çocuğun konuşmasına şahit oluyor. Çocuklardan biri: “Buradan daha iyi yaşayabileceğin bir yer vardır muhakkak,” diyor. Miguel bir an duruyor, söylenenleri anlamaya çalışıyor. Halinden memnun, dünya onun için kötü bir yer değil. “Peki ya diğer çocuklar da onun kadar mutlu muydu?” sorusu Miguel’i düşündürüyor. Bunu anlamanın yolu onları anlamaktan geçiyor. Miguel de o an, o iki çocuk oluyor. Her trafik lambasındaki o iki çocuğun hikâyesini yaşıyor. Yani onlara dönüşüyor.
Ve gitgide o şiir kalıntıları, Miguel’e hücum eder hale geliyor. Gerçekten de baktığı ilk şeye hemen dönüşüveriyor. Bu sefer de evlerindeki yardımcı Casilda’nın kalemi oluyor. Onun dünyasında yer alıyor.
Bir de Mario hikâyesi var karşımızda. Resim yeteneği harika olan Mario’nun okula pek ilgisi yok. Durmadan okulu asıyor. Bu nedenle herkes Mario’nun grip biri olduğunu düşünüyor. Ancak Miguel, Mario’yla sürekli iletişim kuruyor, onunla ortak zevklerinden biri olan maçlara dair koyu sohbetlere girişiyor. Bundan çok da hoşnut oluyor. Ayrıca, Miguel, Mario’nun çizimlerine de hayran kalıyor ve bir gün penaltı atışı yapan Zenon’un resimli kartı oluveriyor birden. Mario’nun gömlek cebinde kalakalıyor ve yolculuk başlıyor. Miguel yolculuğu sırasında Mario’nun korkunç serüvenine tanıklık ediyor.
Miguel’i, bankta oturan küçük bir kız çocuğunun hikâyesinin peşine düşerken de görüyoruz. Miguel, bu sefer de küçük kızı anlamaya çalışıyor. Onunla sohbet ediyor. Karşı taraf onu duymasa da Miguel, onun hikâyesini bilmek, onu tanımak istiyor ancak bu seferki eksik bir tanışmaya dönüşüyor. Çünkü Miguel dönüştüğü şeyden çıkmak zorunda kalıyor.
Akordeon’ un evi mi? Bu da nesi? Miguel, bu defa okula gelmeyen öğretmenini merak ediyor ve kendini öğretmeninin evinde buluyor. Öğretmeni için güzel bir şey yapıyor: Miguel, artık Bay Akordeon’un bastonu…
Miguel, son yolculuğunda, ilk yolculuğunda karşılaşmış olduğu “Derbedere” dönüşüyor. Bu sefer herhangi bir nesneye değil, bir insana dönüşüyor. Tıpkı, Derbeder gibi o da sürekli acıkmaya başlıyor. Derbederin meşhur çikolatasını ağzına atıyor, çöp kutusunda ekmek arıyor ve başka bir çocuğa Walt Whitman’ın dizelerini okuyor. Belki de artık dönüşme sırası başkalarına geçiyor, kim bilir…
Biz yetişkinler, Whitman’ın şu meşhur dizesini ne yazık ki unutuyoruz. Hatta belki de bilmiyoruz:
Her gün dışarı çıkan bir çocuk vardı
Ve baktığı ilk şeyde
Dönüşüverdi o nesneye.
Bu dizeler hem büyülü hem de gerçekçi. Gerçekten de çocuklar, baktıkları ilk şeye dönüşüveriyorlar. Dönüştükleri şeyleri anlamaya çalışıyorlar. Yargılamayıp sadece anlamak gerek bazen. Farklı hayatları kucaklayıp onların da varlığını kabul etmemiz gerek.
Herkese Miguel tadında bir hayat dilerim.