16 Mayıs sabahından herkese günaydın! Bu hafta sizler için yeni bir bölümümüz var.
Bu yeni Shhhbooks serisinde, illüstrasyon kitapları hakkında sorular soruyor ve çeşitli uzmanlardan cevaplar alıyoruz.
Bu hafta çocuk kitapları dünyasında çok tartışılan “Çocuk Kitapları ve Özgürlük” konusunu ele aldık. Shhhbooks katılımcıları olarak konuyu yazar, çizer ve çocuğun özgürleşmesi üzerinden değerlendirdik. Keyifli okumalar dileriz!
Tülin Kozikoğlu (Çocuk kitapları yazarı)
“Çocuğun temel ihtiyacı nedir?” sorusunu “oyun” diye cevaplamak sanırım yanlış olmaz. Buradan yola çıkarak “Çocuk kitapları eğlenceli olmalı” diyoruz. “Aman ha, çocukları sıkmayalım!” Başta yazarlar olmak üzere çocuk kitabı üretimine dahil olan herkesin her daim aklının bir köşesinde tuttuğu bir ünlem cümlesi bu.
Peki ama çocuğu eğlendirmek yeterli mi?
Benim “İyi kitap” kriterlerimin başında “eğlence”nin önüne geçen başka bir nitelik var. Kanımca… Bir çocuk kitabını siz dilediğiniz kadar eğlenceli yazın, kahramanı maceradan maceraya koşturun, uçurun, kaçırın… Eğer yazar olarak okura bir görüş sunmuyorsanız, bir duruş sergilemiyorsanız, o kitap asla okurda kalmaz, akar gider. Ancak ve ancak görüş sunan kitaplar, yani okurun zihnine veya kalbine dokunmayı başaran kitaplar, okurda bir iz bırakır, yer eder. Size en sevdiğiniz kitabı sorsam hemen aklınıza bir kitap gelecektir. O kitapta neler olduğunu sorsam, anlatamazsınız çünkü unutmuşsunuzdur. Olay zinciri akar gider. Oysa biraz önce en sevdiğiniz kitap olduğunu söylediniz. Neden? Çünkü sizde bıraktığı duyguyu hatırlıyorsunuz. Çünkü o kitap zihninize veya gönlünüze dokunmayı başarmış. Çocuklar tam da bu sebeple aynı kitabı tekrar tekrar okumak ister. Tıpkı bir kedinin yarasını iyileştirmek için tekrar tekrar yalaması gibi… Çünkü gönlünde veya zihninde bir yere, bir yaraya dokunmuştur o kitap.
Peki görüş mesajdan nasıl farklılaşır? Mesaj veren kitaplar, yazarın yargısını doğrudan okura dikte ettiği metinler şeklinde karşımıza çıkarken, görüş sunan kitaplar çoğunlukla yazarın yargıyı okura bıraktığı kitaplar oluyor. Örneğin yargıyı yazarın verdiği bir metinde yazar “Ayşe cimri bir kızdır” cümlesini kurarken, ikincisinde yazar sadece olay zincirini okura sunuyor ve Ayşe’nin cimri mi, yoksa tutumlu mu olduğu yargısı okura bırakılıyor. Misal… Matematik sınavında silgisini evde unutan arkadaşı Ayşe’den bir silgi ödünç almak istiyor. Kalem kutusunda bir silgi koleksiyonu olmasına rağmen Ayşe arkadaşını reddediyor. Bunu okuyan okur, Ayşe’nin nasıl biri olduğunu anlık olarak düşünür, karar verir. Bir okur Ayşe’yi cimri bulurken, belki peçete koleksiyonu yapan bir başka okur Ayşe’yi tutumlu bulur, çünkü koleksiyoner olmanın ne demek olduğunu bilir, Ayşe ile empati kurar.
İşte bu okuyup, düşünüp, karar verme süreci çocuğun oyun oynama ihtiyacını, yani temel ihtiyacını, tatmin eder. Tıpkı bir bulmaca çözer gibi, Ayşe’nin nasıl biri olduğunu zihin kendi doğrularıyla birleştirir ve çözer. Bu tür metinler okura “düşünme sorumluluğu”nu verir. Bu düşünme prosesi, okurun hem okuma zevkini arttırır hem de düşünen birey olma yolunda önemli kaslarını geliştirir. Düşünen bireyler, özgür bireyler demektir. Özgür bireyler, özgür toplum demektir. Özgür toplum, özgür sanat demektir.
Akın Düzakın (Çocuk kitapları çizeri)
İçimde hiçbir kuşku duymadan diyebilirim ki bu dünyadaki en büyük değer özgürlüktür. Çünkü yaptığımız ve olduğumuz her şeye anlamını ve değerini veren odur. İnsan evladı olarak doğuyoruz ama özgür olmadan insan olamıyoruz.
Özgürlüğün en temeline ise düşünce ve vicdan özgürlüğünü koymak lazım. Çocuklarımızın kendi kararlarını akıl ve vicdanlarına uygun bir şekilde verme yetkisini kazanmasını istiyorsak onları sorgulayan ve eleştiren bireyler olarak yetiştirmeliyiz. Bunlar bizim en ilk ve en önemli tutum ve alışkanlığımızdır ve çocuğun bu yetisini sürekli geliştirmesine izin vermemiz gerekir.
Çocuk kitaplarının bu eleştirel düşünce yetisinin gelişmesine katkısı olmasını beklemeliyiz. Bu da ancak çocuk kitaplarını ve hatta resimli kitapları pedagojik bir enstrüman olarak değil de edebiyat olarak görmemizle baslar. Edebiyat bazı hakikatleri bize empoze etmez. Onun yerine bizi bu hakikatlerle yüzleştirir. Edebiyat bizi uslu yapmak için yazılmaz, usumuzu geliştirmemiz için bize sanatsal, estetik deneyimler sunar. Ben çocukların da biz büyükler gibi bu deneyimlere ihtiyaç duyduğunu ve ancak bu şekilde kendi düşünsel güçlerini geliştirebileceklerine inanıyorum.
Bugün milyonlarca yetişkinin en abuk sabuk yalan teorilerle nasıl kolayca manipüle edilebildiklerini gördüğümde insanın sorgulayan ve eleştiren zihnine güvenmekten başka çare gelmiyor aklıma. Çocuklarımız için en çok isteyeceğimiz değer herhalde özgür düşünmeyi ve özgür olmayı taşıyabilecek yetkinliğe sahip olmaları olsa gerek. Bunu edinmek ise her şey gibi çok erken yasta başlıyor.
Bir illüstratör olarak ben de kendi çalışmamda özgür olmayı çok önemsiyorum. Daha iyi resimler yapabilmem için okuyucunun, yazarın, editörün, meslektaşlarımın ve eleştirmenlerin beklentilerine kulak vermem gerektiğini bilmeme rağmen aynı zamanda bütün bunlardan özgür ve bağımsız olmadan kendimi geliştiremeyeceğimi ve özgün ve değerli isler çıkaramayacağımı da biliyorum. Bir sanatçının sürekli devinim içinde olması, kendini geliştirip yenilemesi gerekir. Bu içten gelen güçlü arzu ve ihtiyaç kendini yaptığımız islerde ifade etmek ister. Evet bu bir takım oyunu ama benim illüstratör olarak işimi en iyi şekilde yapabilmem için içimden gelen sesi, yeniyi araştıran, deneyen merakımı asla ihmal etmemem gerekir.
Ama bu özgürlük ve bağımsızlık talebinin kendi bildiğini yapan bir sorumsuzluk olarak anlaşılmaması çok önemli. Tam tersine, büyük özgürlük büyük sorumluluk demektir. Bizim sorumluğumuz çalıştığımız metnin muradına en iyi şekilde ermesini sağlamaktır. Bu sorumluluğa talip olmamız için ise kimsenin elimizi yönetmemesi, omuzumuzun üzerinden bizi gözetlememesi ve kendi alışkanlıklarını bize empoze etmemesi gerekir.
Esra Ercan Bilgiç (Çocuk kitapları yazarı)
Gücü çocuğa veren öyküler yazmak istiyorum. Hayata ve dünyaya çocuğun gözünden bakan, çocuğun tarafını tutan, çocuğa kulak veren, çocuğun sesini duyan öyküler. Çocuğa ne yapması, ne söylemesi, nasıl davranması, nasıl eylemesi gerektiğini söylemeyen; çocuktan öğrenen, çocukla büyüyen, çocuğa inanan öyküler.
Güçlü olmanın yollarını anlatmadan, gerekliliğini salık vermeden gücü çocuğa veren, gücünü çocuktan alan öyküler yazmak istiyorum. Çocuk duygusunun, algısının, bilgisinin, görüşünün, yaratıcılığının derinliği, sınırsızlığı karşısında kendim şaşırdıkça, şaşırdıklarımı aktaran hikayeler anlatmak istiyorum.
Gücün çocuklarda olduğu hikayeler yazdıkça, okudukça, dinledikçe, yazarın, çizerin, hem çocuk, hem de anne-baba okurun özgürleşeceğine inananıyorum. Gücünü çocuktan alan hikayelerle büyüyen çocukların güçlerinin farkına daha çok varacaklarını, güçlüklerle baş etmede daha özgüvenli olacaklarını düşünüyorum. Özgürlükle özgüven arasında bir bağ olduğunu biliyorum.
Özgüveni olan, kendine inanan, kendi kararlarını verebilen, kendisini ilgilendiren tüm konularda düşüncesini dile getirebilen, hakkını arayan, fikrini savunan, sesini çıkaran, sesini duyurdukça özgürleşen çocuklar dünyayı değiştirecekler, bunu görüyorum.
Çocukların değiştirdiği bir dünyada yaşamayı hayal ediyorum. Çocuklar özgürleştikçe dünya, doğa ve insanlık birlikte özgürleşecek, bundan şüphe duymuyorum. Tam da bu nedenle, “hayata karşı bir tutum olarak”, gücü çocuğa veren öyküler yazmak istiyorum.
Merve Erbilgiç (Çocuk ve gençlik kitapları çizeri)
Benim için izleyici çoğu zaman çocuklardır. Kendi kitap projelerimi yaratırken, çocuğa özgür bakış açısı sunabilmek ile yakından ilgileniyorum. Bu noktada yazar kadar, çizerin de önemli görev ve sorumlulukları oluyor. Bir çocuğun kitap ile etkileşimi çok erken dönemde, oyun çağında başlar ve bu dönemde çocukların ne kadar etkili alıcılar olduklarını hepimiz biliriz. Bizler çocuğun özgür dünyasına müdahale etmemek ve onu destekleyebilmek için çok dikkatli olmalıyız. Çocuk kitapları asla bir fikri empoze etmeye çalışmamalı ve çocuğu düşünmeye teşvik etmeli.
Ben bir metne çizim yaparken, her şeyi olduğu gibi anlatmayı sevmiyorum. Bence kitapta bazı şeylerin ucu açık kalmalı ve son karar çocuğa ait olmalı. Zaten çocuklar bizlerin anlatmaya çalıştığı her şeyi anlayabilecek kadar zeki, taze ve yeni fikirlere son derece açıklar.
Çizer olarak bizlerin, kalıpların biraz da olsa dışına çıkma cesaretini gösterebilmesi ve bunu çocuğa en iyi şekilde aktarabilmesi için kendisine bugüne kadar dayatılmış olan bütün katmanlardan özgürleşebiliyor olması beklenir. Okul, aile, arkadaşlar… Konuya mümkün olabildiğince hassas ve özgür bakabilmeye, düşüncelerin temizliğine odaklanmak lazım. Bir kitap çizeri her gün sanatçı olma sorumluluğunu alıp, elinden gelenin en iyisini yaparsa özgürleşir ve dolayısıyla çocuğu da özgürleştirebilir.
Özgür düşünceyi beslemesi açısından güdüselliğin ön planda olduğu işler üretmeyi seviyorum. Anlık çizgiler kullanmak kendimi daha özgür hissetmemi sağlıyor. Bunun için bir projeye başlarken, önce hiçbir şey düşünmeksizin çizmeye başlarım. Bu benim için önceden planlanmış, kontrollü yaklaşımlara göre çok daha rahatlatıcı oluyor. Rasyonel düşünceden daha hızlı çalıştığı için sizi daha önce hiç gitmediğiniz yerlere götürebiliyor. Ya da unuttuğunuzu düşündüğünüz, üstü örtülü kalmış yerlere. Bu benim için çok kişisel, özgür ve ilginç bir arayıştır ve bunu çocuğa aktarmanın çok değerli olduğunu düşünüyorum.
Nitelikli çocuk kitapları, çocuğa hayat boyu hatırlayacağı değerler sunabilir. Bunu yapabilmek için yazar ve çizer üstlerine düşen sorumlulukları yerine getirmeli, çocuğa mümkün olduğu kadar çok cesur edebi ve grafik dil önerilerinde bulunabilmelidir. Bir kitapta metin ve illüstrasyonlar buluştuğunda, birlikte üçüncü türden yeni bir dil oluştururlar. Nitelikli bir çocuk kitabında yaratılan bu yeni dil hem çocuğa yeni, farklı ve özgür bakış açıları sunar hem de sanat eserini daha yukarılara taşıyarak tüm insanlığa katkıda bulunmuş olur.