“Ben, anlatı resimler yaparken; görsel olanın, öykünün tarzıyla buluşmasına çok önem veririm. Yani görselin, sözelle olan diyaloğunda ‘tınıya’ özen göstermek önemli. Bu ortaklık; harmoni üzerine de kurulabilir, kontrast üzerine de.”
Bu hafta, çocuk edebiyatına yaptığı değerli katkılarla; Norveç’te yaşayan Türk asıllı bir sanatçı / illüstratör ve çocuk kitabı yazarı olan Akın Düzakın ile sohbet ediyoruz. Düzakın, bugüne kadar 50 resimli kitap projesine imza attı. Kitapları 20’den fazla dile çevrilen sanatçı, Brage ve Unni Sands Bildebokpris Ödülü gibi pek çok ödülün sahibi oldu ve Astrid Lindgren Anma Ödülüne aday gösterildi.
Düzakın ile; çocuk kitapları sektörüne başlangıcı, kitap projelerine yaklaşımı ve illüstrasyon mesleğinin bugünkü durumu üzerine konuştuk.
“Ben Norveç´in bir kıyı kasabasının kenarında, kırlık bir yalnızlık içinde, doğayla iç içe yaşıyorum. Kulağımda internet, fincanımda kahve olduğu müddetçe; bütün gün saatleri fark etmeden çizip boyuyorum, ekleyip çıkartıyorum, değiştirip düzeltiyorum. Çok keyifli. Bazen… Resimler istediğim gibi olursa, tam mutluluk. Öğlen yemeklerini, kuzeyin havası izin verirse bahçede sincaplarla yerim. Bazen ceylanların da canı çekirdek ister, onlar da gelirler. Belki de burası onların binlerce yıllık güzergahı. Bilemiyorum… Dünyanın bu uzak, sakin ve temiz köşesinde, benim güzergahlarım daha ziyade dijital. Teknolojinin ve doğanın nimetleri birleşince, hayat daha harika.”
Bu mesleğe yönelmeye ve hayatınızı illüstrasyona adamaya ne zaman karar verdiniz? Çocukluğunuzdan beri çizer olmayı hayal ediyor muydunuz?
Çok küçük yaşlardan îtibaren, görsel olan her şeye fazlasıyla ilgim vardı diyebilirim. O zamanlar, henüz televizyon yoktu ve sinemaya çok seyrek gidebiliyorduk. Resimli kitaplar da çok azdı, kitaplardaki resimler de. Bu yüzden, hayatımızdaki her küçük illüstrasyonun kıymeti de bir o kadar fazlaydı. Aslında bir çeşit resim ve görsel anlatım açlığı vardı. Gölge oyunlarıyla bile, radyo aracılığı ile tanışmıştık. Çocukluğumda sinemaya fazlasıyla merak sardım. Bu hala böyle ama o zamanlar sinemaya bir yönetmen olma hevesiyle giderdim. Sinema gerçekten çok zor bir sanat. Sanatsal kompleksitesi bir yana, çok pahalıya mâl olduğundan; bu sürecin kontrolü hep başkalarında olmak durumunda. Bu yüzden, bir kağıt ve bir kalemle kendini ifade eden insanların özgürlüğüne ve bağımsızlığına özenmemek, benim için mümkün değildi. Hem yazarların, hem de çizerlerin böyle bir imkânı var. Bu çok demokratik bir fırsat. Ben de zamanla; bu hikaye anlatıcılığı ve resme olan ilgimi, kendi başıma ve bir meslek olarak sürekli yapabileceğim bir mecraya doğru evirdim. İllüstrasyon ile üniversiteye başladığım ilk günlerden îtibaren ilgilenirdim. Mesela, afiş yapmak çok keyifli ve onurlu bir şeydi o zamanlar. 70’li yılların sonu ve 80’li yılların başından bahsediyorum. O yıllarda ben ODTÛ’de Endüstri Ürünleri Tasarımı okuyordum. Mezuniyetten sonra bizi alacak bir endüstri henüz gelişmediğinden; biz ilk mezunlar, her tarafa dağıldık ve her işi yapar hale geldik. Ben tekrar okumaya başladım. Bu sefer Norveç’te, Kraliyet Uygulamalı Güzel Sanatlar Akademisi’ndeydim. 90’lı yıllar…Grafik tasarım ve illüstrasyon okuyorum ama hiç olmayacağını bildiğim halde, hala sinemacı olma hayallerim de yok değil. Dolayısıyla, illüstrasyonun aslında bir “hikaye anlatıcılığı’’ olması bana bir çare gibi geldi. Hem çizmeyi, hem de hikaye anlatmayı bir araya getirdiği için çizgi roman ve resimli kitaplara yöneldim. Bu benim için daha sonra bir meslekten öte, beni tarif eden bir tutku halini aldı. Kitap çizeri olmak, -genellikle- ekip olarak çalışmayı gerektiriyor. Kelimeler ve çizimler iki ayrı zihinden gelip, bir kitabın sayfalarında birleşiyor ve iş bölümü yapıyorlar. Ama bazen hem yazıp, hem çizenler de oluyor. Aslına bakarsanız, bunu giderek artan bir hızla daha fazla sanatçı yapmaya başladı. Ben de çalıştığım 50 resimli kitabın, 3’ünün metnini kendim yazdım. Kendimi bir yazar olarak görmesem de; kendi başıma yapabileceğim, yeni kitaplar tasarlıyorum. Kendi kitaplarımda hikayeyi daha ziyade resimler anlatır. Sözler ise resimlere biraz yardım ederler. Son zamanlarda bir yandan, sessiz kitaplarla da ilgileniyorum. Yani hiç sözel içeriği olmayan, hikayenin sadece resimlerle anlatıldığı kitaplar. Belki bir gün, ben de bu zor ama çekici formatı deneyebilirim diye düşünüyorum.
2015 Bolonya ödüllerinde Özel Mansiyon alan “Neden Buradayım?” adlı kitabınızın yaratım süreçlerinden bahseder misiniz?
Aslında o kitabın oluşması çok trajik bir olaya dayanıyor. 2011’in 22 Temmuz’unda, Norveç’in tarihindeki çok ama çok ender terör olaylarından biri oldu. Bu belki de, dünyanın gördüğü en büyük trajedilerden biriydi. Bir aşırı sağcı terörist, o gün iki ayrı yerde, 77 kisiyi öldürdü. Yabancı düşmanıydı ve kendi devletini ülkenin kapılarını yabancılara açmakla suçluyordu. Bunun travmasını hala, bugün bile hissediyoruz. Herkes gibi yazar ve çizerlerin de içi çok doluydu. Kendimizi ifade etmek, vahşete karsı sesimizi yükseltmek istiyorduk. Adam mahkum olmuştu, ama bu terörün zihinsel temeline tam bir cevap verilmemişti. Ben de bu konuda bir şey yazmak, çizmek istiyordum. Bir yazar dostuma; Constance´ye (Constance Ø. Nilssen) açtım bu niyetimi. Bu sohbetin devamında, bu kitap oluştu. Bir çocuğun, dünyadaki bütün çocuklarla dayanışması ve empatisi üzerine kurgulanmış bir öykü. Aslında öyküden ziyade, bir dizi soru. Kitap söyle başlıyor;
Neden buradayım acaba?
Tam burada.
Ya başka bir yerde yaşasaydım?
Buradan çok farklı bir yerde.
Mesela, dünyanın diğer tarafında bir yerde.
Orada da çok insan yaşıyor.
Buradan daha çok.
Orada yaşasaydım, başka birisi mi olurdum?
“Acaba neden buradayım” diye soran birisi…
Ya milyonlarca insanla dolu, büyük bir şehirde yaşasaydım?
Tek başıma.
Öyle yaşayan çok çocuk var. Yalnız başına…
Sokaklarda, köprü altlarında…
İşte o zaman, başka bir yerde olmayı hayal ederdim.
Bu kitap, ne mutlu ki; Türkçe’nin de içinde olduğu birçok dile çevrildi.
Kendi tarzınızı nasıl keşfettiniz?
Aslında ben kendimi, kendine özgü tarzı olan bir çizer olarak görmüyorum. Bu galiba, kendime ait çok kisisel bir ifademin olmamasından dolayı olsa gerek. Ama ister istemez, bütün yapabildiğim ve yapamadığım şeylerin karmaşasından; kullandığım teknik ve araç gereçten doğan, kişisel bir üslubum var. Bu kaçınılmaz bir şey. Ben bunu kurgulamadım hiçbir zaman. Resim yapmayı öğrenirken, üzerinde çalıştığım tema ve öykülerin de etkisiyle; kendiliğinden ve yavaş yavaş oluştu diyebilirim. Kullandığım teknik ve araç gereçler değiştikçe, tarzım da değişti. Hatta diyebilirim ki, paralel olarak çalıştığım kitaplarda bile; birbirinden biraz farklı tarzda çizmek durumuda kalıyorum. Bu benim tarzım her ne ise, zamanla tekrar değişebilir. Tabii ki, benim buna hiç itirazım yok. Hatta bunu istiyor ve bekliyorum da diyebilirim. Tarz denen şey, bir ömür boyu hep yapılacak / kullanılacak bir markalaşma unsuru olmamalı bence.
Çizimleri yaratırken en çok önem verdiğiniz noktalar neler?
Ben bir hikaye anlatıcısıyım. Her zaman, kendi sanatsal yeteneklerimle ve imkanlarımla; hikayenin unsurlarını, ihtiyaçlarını buluşturmaya çalışıyorum. Resmin bütün öğeleri önemli burada; renk, kompozisyon, içerik, el marifeti, teknik ve doku. Ben, anlatı resimler yaparken; görsel olanın, öykünün tarzıyla buluşmasına çok önem veririm. Yani görselin, sözelle olan dialogunda; “tınıya” özen göstermek önemli. Bu ortaklık; harmoni üzerine de kurulabilir, kontrast üzerine de. Yani komik, filozofik, trajik, kavramsal veya absürt olanı; aynı çizgiyle anlatmak olmaz.
İllüstrasyonunu yapacağınız metni seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?
Bence bir tek şey önemli‚ o da metnin kalitesi. Bunun ne olduğunu tanımlamak zor ama eğitilmiş bir akıl; neyin çokluğun arasından sıyrılıp, kendini geçerli kılacağını hemen görür. Ben bu işi, bu kaliteyi iyi bilen başkalarına; yani yayınevlerine bırakmayı tercih ediyorum. Yani “metin beni seçsin daha iyi” diyorum. Bazen, hiç ummadığım türden bir metin beni bulunca da, yaşasın! Buradan kesin heyecanlı bir şeyler çıkacak diye sevinip, hemen kolları sıvıyorum. Sonra içimden, uzun çoraplı Pippi´nin dediği gibi; “Bunu daha önce hiç yapmadım, öyleyse mutlaka beceririm!” diye geçiriyorum. İnsanın çalıştığı her temayı ve kitabı kendisinin seçmesi; en kötü ihtimalde sürprizleri, hayret ve merakı, belki de cüretkarlığı yok edebilir. Ben masama düşen kitap projelerinin beni bir o tarafa, bir bu tarafa sürüklemesinden ve kendimi sürekli sınırları zorlamak ve geliştirmek durumunda bırakmasından şikayetçi olmadım hiç. Bunu daha ziyade bir fırsat olarak gördüm. Bir örnek vermek isterim, yirmi yıl falan oldu galiba…Bir gün, bir yayınevinden bir teklif geldi. Bir hikayeyi, resimli kitap olarak resimlememi istiyorlardı. Metni ilk okuduğumda, önce bu işte bir yanlışlık var zannetim. Burdan nasıl bir resimli kitap çıkabilirdi ki? Öyküde yalnızca bir kişi vardı ve bu kişi üçüncü sayfada görünmez oluyordu. Görünmez olan bu adam; bu duruma çok şaşıp, çok üzülüyor ve bütün öykü boyunca her yerde kendini arıyordu. Kendisi kitapta yoktu, ama kitabın tek karakteri de oydu. Biraz düşünüp, editöre sevinçle telefon ettim ve bu garip ama harika öyküyü büyük bir istekle resimleyeceğimi söyledim. Ne yapacagımı bilmiyordum, fakat buradaki zorluk hoşuma gitmişti. Bu kitap, yaptıklarımın içerisinde çalısması en keyifli kitaplardan biri olmuştur.
Çocukların çağdaş illüstrasyon kitaplarına ilgisi nasıl?
Eminim her ülkede biraz farklıdır. Kitapların yeni teknolojiyle uzunca bir süredir devam eden, çok zorlu bir mücadelesi var. Bakalım kitaplar bu savaşta daha ne kadar dayanacak… Benim çocukluğumda, kitap ender bulunan bir lükstü. Şimdi kitaplar ucuz ve her yerdeler, ama hareketli ve sesli medyanın karşısında eriyorlar. Ben, çocuklar büyürken; resimli kitaplardan hiç kopmasınlar isterim. Tabii bunun mümkün olması için, resimli kitapların da çocukla birlikte büyümesi lazım ama o başka bir mesele. Bunun yerine, daha ziyade şu oluyor; çocuklar hızla büyüyüp, resimli kitapları “miniklere” bırakıp, bilgisayar oyunlarına kayıyorlar. Bu yüzden, yakında okuma-yazması zayıf bir nesil gelecek gibi gözüküyor. Ama öte yandan; sözel dilden, görsel dile kayma söz konusu. Dijital ve sosyal medya bu konuda çok belirleyici bir cazibeye sahip. Bu da, benim gibi görsel sanatçılar için bir teselli aslında. Çok küçükler için resimli kitapların dünyası, hala en emin ve korunaklı yer. Burası onların sanatla buluştukları ve tanıştıkları ilk yer. Kitaplar çoğaldıkça, çeşit de artıyor. Çağdaş çocuk kitapları artık her yerde ve herkes için varlar. Sanki, neredeyse her konuda bir şeyler sunabiliyorlar. Hani; “internette her şey var” hissine kapılırız ya, çocuk kitapları da biraz öyle oldu son zamanlarda.
Bugün çocuk kitapları pazarı hakkında ne düşünüyorsunuz? Temalar daha önce üzerinde çalıştıklarınızdan çok farklı mı?
Bu konu bir önceki soruyla çok bağlantılı. Ne kadar doğru bir tespit yapabilirim bilemiyorum. Bir araştırmacı gibi hem çok yüksekten bakıp, hem çok derine dalıp düşünmek lazım. Benim durduğum köşeden bakılınca, çocuk kitaplarının temaları ve genel eğilimler; içinden geçtiğimiz on yıllardan etkilenerek, renklenerek değişiyor. Dünyanın hali, çocuk kitaplarına da yansıyor. Sanki, son yılların kitaplarında; “savaş” ve “göçmen” konuları daha çok önemsenmeye başlandı. Bir de tabii; “çevre duyarlılığı” sıkça rastlanan bir konu haline geldi. Aslında çocuk kitaplarında bahsi edilmeyecek hiçbir konu yoktur diyebiliriz. Önemli olan, konuları çocukların erişebileceği bir yere getirmek. Biraz uzunca bir zaman perspektifinden bakılınca, görülen farklılıklar daha bariz ve anlamlı olabiliyor. Eskiden, çocuklar kitaplarla ve kitaplarda eğitilip biçimlenirken; bu yavaşça evrildi ve şimdi daha yetkin, daha becerikli çocukların hikayeleri daha sık anlatılıyor. Benim izlenimim o ki, çocuklar karşılaştıkları zorluklarla kendileri başa çıkabilsin isteniyor daha ziyade. Yani artık çocuklara daha bağımsız ve daha yetkin bireyler olarak bakılıyor. Onlar da belki de bu yüzden, daha bağımsız ve yetkin bireyler haline geliyorlardır. Tam bilemiyorum, tartışmak lazım. Bir süre önce, bir eleştirmen şöyle yazmıştı çocuk kitapları hakkında;
“Eskiden büyükler çocukları eğitirdi. Şimdi bakıyorum, yeni kitaplarda çocuklar ebeveynlerini eğitmeye çalışıyorlar.” Özellikle benim resimlediğim bir kitaba atıfta bulunuyor diye hissetmiştim. O kitapta; bir kız çocuğu masanın üzerine çıkmış, yakınıyordu… “Bu büyükleri hiç anlamıyorum. Ben yaramazım diye beni şu hep uslu oturan, aptal kardeşimden daha az seviyorlar!” Bu haksızlığı, çocuğu uslu olmaya bir davet olarak değil, tam tersine; kitabı okuyan büyüklere yöneltilmiş bir çuvaldız gibi okumak lazım. Ne demek daha az sevmek? Buna çocuk nasıl razı gelsin? Dünyaya bir çocuğun perspektifinden bakabilmek, onun seviyesinden görebilmek ve çocuğun duygu dünyasını merkeze koymak daha önemli hale geldi son zamanlarda. Bazı kitaplar, daha karmaşık bir temayı işlediklerinden; değişik yaştaki kardeşlerin ve hatta ebeveynlerin, ortak olarak sahip olabilecekleri ürünler haline geldiler. Tabii ki, ailelerin böyle ortak kitaplara sahip olabilmesi çok hoş bir şey.
Sizinle sohbet etmek çok güzeldi, teşekkür ederiz.
Akın Düzakın Kimdir?
Akın Düzakın (Gaziantep,1961); çocukluğunu ve gençliğini Ankara´da geçirdi.1985 yılında; ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Bölümünü bitirdi. Vatani görevini tamamladıktan sonra 1987 yılında, Norveç´e Grafik Tasarımı ve İllüstrasyon okumaya gitti. Oslo´da Tatbiki Güzel Sanatlar okulundan, 1994 yılında mezun olduktan sonra; bağımsız illüstratör olarak çalışmaya başladı. Evlendi, iki çocuğu oldu. Halen son 33 yıldır olduğu gibi, Norveç´te yaşıyor ve çalışıyor. Akın Düzakın; meslek hayatının büyük bir kısmını, tutkuyla bağlandığı resimli kitaplara ayırdı. Bugüne dek 50 resimli kitaba imza attı. Bunların üç tanesinin metnini; Norveç dilinde, kendisi yazdı. Bu resimli kitapların bir kısmı; toplamı yirmiyi aşan, başka dillere çevrildi. Norveççe´den Türkçe´ye çevirilen üç kitabına ilaveten, Türkçe dilinde ilk özgün kitabını yapabilmekten büyük sevinç duyan Akin Duzakın; Türk yazarlarıyla yeni kitaplarda buluşmayı arzu etmektedir. Akın Düzakın; Norveç´de meslek kuruluşlarında aktif roller üstlendi ve Norveç Kültür Bakanlığına bağlı organlarda çeşitli görevler aldı. Norveç´te yıllar içinde birçok ödüle layık görülen Akın Düzakın`nın resimlediği kitaplar; iki defa Bolonya Çocuk Kitapları Fuarı olmak üzere, uluslararası değerlendirmelerde özel mansiyonlar almış, seçkin kitap ve onur listelerine girmiştir.